26 Nisan 2018 Perşembe

Abbasağa


2014 yılı olmalı, oturduğum mahalleyi yazmıştım bir dergi için... Buraya koyayım, kaybolmasın... 2014'ten bugüne bayağı bir değişiklik olmuş, yazmadan geçemeyeceğim. 

Kahraman mahalle yeni düzene karşı

Bazen bir sokağı, bir mahalleyi veya bir kenti anlamaya çalışırken önünüze sunulan rakamlar, istatistikler, tarihçeler, falanca padişah döneminde kurulup filanca kral zamanında geliştiğini anlatan bayatlamış bilgiler size hiçbir şey ifade etmeyebilir. 

Sabah erkenden yola koyulup sokaklarında kaybolmak; fırınından aldığınız dumanı üstünde böreği yandaki kahvenin demli çayıyla midenize indirmek istersiniz. Parkında soluklanıp sevdiğiniz bir şairin şiirini mırıldanmak veya bir meydanında tesadüfen rastladığınız sokak çalgıcısını dinlemek hoşunuza gider. Yüzlerce sayfa tasniflenmiş bilginin size aktaramadığı duyguyu bir sokağı başından sonuna kadar yürüyerek hissedebilirsiniz.

Veya hissedebilirdiniz!

Çünkü artık yaşadığımız kentler bizim olmaktan yavaş yavaş çıkıyor. Dar sokaklarımızı, geleneksel dokularımızı, mahallelerimizi, komşuluk ilişkilerimizi kapitalizm denilen doyumsuz canavara kaptırmak üzereyiz.

Madalyonun karamsar tarafında küresel politikaların etkisindeki insanların basit birer tüketici olarak kodlandığı bir çağın resmi var. Bu politikaları şekillendiren güçler sokakların, mahallelerin, kentlerin bizim olduğunu hafızalarımızdan silmek için sistematik olarak çalışıyor. Öznesi olduğumuz dünyanın nesnesi olmaya zorluyorlar. Maalesef amaçlarına ulaşmak için önlerine ne geliyorsa yıkıyorlar.

Ama bir de madalyonun diğer yüzü var. Sizlere umut aşılamak için Beşiktaş’ın bir mahallesini ziyaret edeceğiz bu sayfalarda. Madalyonun iyimser yüzündeki mahallede insanlar hâlâ öznesi oldukları bir hayatı yaşamak için direniyor. Komşusuna yardım ediyor, esnafa selam veriyor, bir arada yaşamanın ve paylaşmanın paha biçilmez bir değer olduğunu çok iyi biliyor. Onun için Abbasağa Mahallesi’ni tanıtırken 17. yüzyılda sarayda Haremağası olan, mahallenin kurucusu Abbas Ağa’dan bahsetmek yerine yukarıdaki değerlerin koruyucusu Abbasağalılardan bahsetmeyi yeğliyorum.

Abbasağalılar müziği ve eğlenmeyi sever. Mahallenin kalbi Abbasağa Parkı her yaz birbirinden güzel konserlere ev sahipliği yapar. Sıcak yaz gecelerinde Entu’nun Rock sound’uyla harmanladığı Karadeniz ezgileriyle horon tepen bir İngiliz’i görebileceğiniz İstanbul’daki tek mahalle Abbasağa’dır.

Üzerine şarkı yazılmış bir mahalledir Abbasağa. Abbasağa Parkı parçasının sahibi Abbasağalı Baba Zula’nın neredeyse her yaz parkta verdiği konserler Abbasağalılar için bir mahalle ritüeline dönüşmüştür. Sadece Abbasağa’dan değil İstanbul’dan birçok müdavimi oluşmuştur Abbasağa Parkı’ndaki Baba Zula konserlerinin...

Abbasağalılar misafirperverdir. Gezi Olayları sırasında piyanosuyla birlikte Taksim’deki direnişe destek vermeye uzak diyarlardan gelen Davide Martello’ya gönlünü açmayı bilmiştir. Martello’nun binlerce kişinin önünde Abbasağa Parkı’nda ağlaya ağlaya verdiği konser Abbasağalıların belleğine kazınmıştır. Eğer bir gün Beşiktaş Belediyesi mahallelilerle birlikte Abbasağa’da bir bellek mekânı veya bir mahalle müzesi açmayı planlarsa o mekâna konulacak ilk obje Martello’nun piyanosu olabilir.

Ve “çapulcu”dur Abbasağalılar. Yeri geldiğinde mesajını tencere tavasıyla gürültü çıkararak verir, yeri geldiğinde kol kola yürür Beşiktaş’a, biber gazına karşı...

Abbasağa Forumu ile birlikte tescillenen bir özelliği de ayrıştırıcı değil kucaklayıcı olmasıdır Abbasağalıların... Her kesimden, kimlikten, milletten insanın fikirlerini rahatlıkla söyleyebildiği bu forum Gezi Parkı direnişiyle başlayan özgürlükçü hareketin kalesine dönüşmüştür. Gezi Parkı olaylarının yaşandığı Haziran-Temmuz 2013 tarihlerinde Abbasağalılar her gün binlerce kişiyi büyük bir zevkle burada ağırlamıştır.

Aynı zamanda saygılıdırlar... Abbasağa Forumu’na katılmayanlar, hastalar, çocuklular rahatsız olmasın diye takdirin ve yuh çekmenin çıt çıkarmadan nasıl ifade edileceğini de bilirler.

Vefakârdırlar. Bu topraklar için canını, kanını verenleri unutmazlar. Teröre kurban verdiğimiz Abdi İpekçi, Ahmet Taner Kışlalı, Bahriye Üçok, Bedrettin Cömert, Cavit Orhan Tütengil, Çetin Emeç, Doğan Öz, Muammer Aksoy, Onat Kutlar, Uğur Mumcu, Ümit Doğanay ve Asım Bezirci için Abbasağa Parkı’nın en güzel yerini ayırmışlardır. Gezi Parkı olaylarında kaybettiğimiz canlarla birlikte Abbasağa Parkı’nın doğal koruyucularıdır demokrasi kahramanları... 

Şair ruhludur Abbasağalılar. Abbasağa Parkı’ndan Beşiktaş Çarşısına inen yokuşların boş duvarları Cemal Süreyyaların, Orhan Velilerin, Nâzımların dizeleriyle süslüdür.  

Mahallenin rengi olur mu diyeceksiniz ama bu mahalle siyah-beyazdır! Beşiktaş tribünlerinden çıkarak dünyanın konuştuğu bir fenomene dönüşen Çarşı grubunun İnönü Stadı ve Beşiktaş Çarşısıyla birlikte üç mabedinden biridir Abbasağa.  Türkiye’de son yıllarda değerlerini korumak için eğilip bükülmeden varolmayı başarmış Çarşı’dan onur duyar Abbasağalılar.

Uzun lafın kısası insanın insan halidir Abbasağalılar. Vicdanlarını kaybetmemiş, uğruna direneceği değerlerini koruyan, paylaşımdan yana, hayvan sever ve iyi dostlardır. Yazının başında kısaca bahsettiğimiz Abbas Ağa esaslı bir teşekkürü hak ediyor. İyi ki kurmuş Abbasağa’yı! Teşekkürlerin büyüğü ise Abbasağalılara! Bizlere umut veren bir mahalle modelini yaşatmaya direndikleri için...



8 Mart 2018 Perşembe

Benim tanıdığım Yılmaztürk



1990'lı yılların sonu veya 2000'li yılların başı olmalı. Aradım, taradım tam tarihi bulamadım. Bir yandan yüksek lisans devam ediyor, diğer yandan ÇEKÜL Vakfı'nda çalışıyorum. ÇEKÜL'e bir mektup geldi Mimarlar Odası'ndan, bir sergi hazırlığıyla ilgili olarak... 

Bugünlerde rastlanmayacak bir incelikle, Mimarlar Odası hazırlayacağı sergi için sivil toplum kuruluşlarıyla fikir alışverişinde bulunmak istiyordu. Hatta serginin kurgusunu birlikte hazırlayalım diyordu mektup. Gökhan’la (Kılınçkıran) birlikte gönüllü olduk.  İlk toplantı için Mimarlar Odası’nın Yıldız Karakol binasındaki yerine gittiğimizde Sami Yılmaztürk’le tanıştık. Uzun ve üzeri kalabalık bir masa üzerinde sergi üzerine haftalarca kafa patlattık. Katılımcılar, toplantının iki en genç üyesinin çoğunlukla ayakları yere basmayan fikirlerine maruz kaldı. Oturumları yöneten Sami bey, bizi sabırla dinledi, yetmedi bir de serginin teknik hazırlığını iki tecrübesiz gence, yani bize emanet etti. 

O dönem taze mimar olan Gökhan tasarımları yaptı. Photoshop’la ciddi olarak tanışmamız o günlere denk gelir. Ayrıca ilk editörlük tecrübem de bu olabilir. Çünkü bize ham metinler veriyorlardı; bunlardan başlık, spot çıkarmak bizim işimizdi. Ayrıca Gökhan’ın çizdiği yazı alanlarının içine sığmayan metinleri makaslamayı veya tam tersini ben yapıyordum. Gökhan’ın evinde uzun geceler boyunca, herhalde 20’den fazla paftayı zevkle hazırladık. Kâğıthane’de bir baskı atölyesinde paftaları basmaya gittik. Kâğıthane meydanında bir kahvede heyecanla sonuçları beklediğimizi dün gibi hatırlıyorum. Büyük ihtimalle ikimizin de ürettiği ilk ciddi işlerdi. İşler beğenildi. Birçok yerde sergilendi. Paftalar sergilerde geze geze paralandı diyebilirim. 

Biraz önce Gökhan’ı aradım hangi “kent suçlar”ını hazırlamıştık diye... İkimizin sığ hafızasından bugüne gelenler sadece “Kız Kulesi”, “Koç Üniversitesi Kampüsü”, “Fenerbahçe Pyramid Alışveriş Merkezi”, “İş Kuleleri”… Umarım Gökhan evindeki hard disk’lerde işleri bulur ve ben bu fakir kütükte yayınlarım. 

Şimdi düşünüyorum da böyle bir sergiyi bugün hazırlamak neredeyse imkânsız. Ne tarafa dönseniz kente ihanet eden yüzlerce mimari projeyle karşılaşıyoruz. Herhalde içinde bulunduğumuz günlerde kolay olan kente saygılı projelerle ilgili bir sergi yapmak. Çünkü sayıları bir elin parmaklarını geçmez!

Bu arada Gökhan, o günlerde Sami Bey’in bir jestini hatırlattı telefonda: İş bittikten sonra taze mimar Gökhan’ın Mimarlar Odası kaydı yapıldı ve ilk yıl aidatı bedelsiz olarak armağan edildi. Taze bir arkeolog olarak bana kalan ise bir işi başarmanın heyecanı, gururu ve güzel insanlarla tanışmanın mutluluğu oldu.