24 Ağustos 2013 Cumartesi

UMUDUN VAR MI İSTANBUL'DAN?


Teftişe güney sahillerinden başlamak yerine biraz İstanbul'a bakmak, Türkiye'nin genel resmini algılamak için daha doğru değil mi? Ne dersiniz?

16 Ağustos 2013 Cuma

UYAN UYKUNDAN KAYAKÖY

Kayaköy’den bahsediyorum. Fethiye’ye yaklaşık 15 kilometre uzaklıktaki terk edilmiş köyden... Adında köy olan kentten. 


Terk edilmiş derken yanlış anlaşılmasın. Zaten birçoğunuz biliyorsunuz bu terk edilmişliğin zorunlu olduğunu. Mübadelede Kayaköylülerin kentlerinden koparılış öyküsünü...

Bu yazı bir mübadele öyküsünden çok mübadele sonrasında Kayaköy’ün başına gelenleri anlatıyor. Zaten mübadeleyi, o bahtsız dönemi yaşayanların sesleri hâlâ kulaklarımızda. Hem oradan buraya, hem de buradan oraya gidenlerin yeniden bir yaşam kurmak için ne bedeller ödedikleri hafızalarımızda...

Bazıları zamanın durduğu yer diyor, bazıları terk edilmiş köy diyor bu kent için. Benim için, çocukken yazın sıcağında Ölüdeniz’den dağ yolunu izlerek yaklaşık bir saatte ulaştığım, her gittiğimde de başka bir güzelliğini gördüğüm dimdik ayakta bir kent. Kentlileri 80 yıldır evlerine uğramasa da sürprizleri hiç eksik değil bu kentin. Bir ziyaretinizde Bartholomeos’u sokaklarını arşınlarken görebiliyorsunuz. Bir diğer ziyaretinizde “Yüzbaşı Corelli’nin Mandolini” ve “Kanatsız Kuşlar” kitaplarının yazarı Louis de Bernières’in evlerin gölgesinde notlar alırken... O evi geçtikten sonra, yazdığı bir kitapla bütün dünyanın ilgisini Girit’in dibindeki terk edilmiş Spinalonga Adası’na çevirmeyi başaran Victorio Hislop’a rastlayabiliyorsunuz.

Kayaköy’ün bana yaşattığı sürprizler hayli fazla, sizi fazla yormamak için sonuncusundan biraz bahsedeyim. Çok değil sadece dört gün önce Kayaköy’den geçerken bu güzel kentin bana hazırladığı son sürprizden haberdar değildim. Sürprizin adı Jehan Barbur oldu.  Kayaköy’ün, gecenin düştüğü dar sokaklarında Jehan Barbur’un sesiyle yolumu buldum. Kulaklarım beni Kayaköy Sanat Kampı’na götürdü. Kime dediğini soramadım ama “Uyan” diyordu güzel sesiyle Jehan Barbur:

“Uyan uykundan çok uyursan herşey geçer yaşanmadan
Uyan güzel uykundan ne kadar tatlı olsa da hayat
Uykuyla geçmez yaşanacak o kadar çok şey,
Anlayacak anlatacak çok hikâye var aklımda.
Ama sen uyursan kime anlatırım
Sen gözleri kapalı kalırsan kime...”

Kayaköy uykusundan neden uyanmıyor?


Aslında bunun çok kısa bir cevabı var. Ama baştan hevesinizi kaçırmak istemem. Ben anlatayım, siz kısa cevabınızı verirsiniz. 1923’lerden bugüne boş olan; zamanında (1912) 6500 insanın yaşadığı; geleneksel mimari dokusunu, sahipsiz geçen 80 yıla rağmen hâlâ koruyan bu kenti -Jehan Barbur’un şarkısından ödünç alarak söyleyeyim- güzel uykusundan neden uyandıramıyoruz?

Bunun için size Kayaköy’ün turizm öncelikli kalkındırılması adına yapılan çalışmalardan biraz bahsetmekte fayda var. Çok değil, 1970’li yıllardan bugünlere gelen bir gezinti yapalım.

Kayaköy’ün turizm amaçlı olarak işlevlendirilmesine yönelik ilk proje önerisi 1978 yılında Turizm ve Tanıtma Bakanı Alev Coşkun’a ait. Dünya Bankası’ndan destek alınarak yapılması planlanan proje gerçekleşseydi bütün köy uluslararası tatil köyü olarak düzenlenecekti. Denizle olan bağlantısı teleferikle sağlanacaktı. Tabii ki bu öneri gazete sayfalarını süslemekten öteye geçemedi.

Kayaköy vahşi turizm anlayışıyla tanışıyor


1980’den sonra, Türkiye’nin kapitalizmle yeni yeni tanıştığı yıllarda Kayaköy yine gündemin üst sıralarındaydı.

Alev Coşkun’un önerisi, 1985 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından geliştirilerek yeniden dillendirildi. Muğla Turizm Gelişim Projesi’nin 1/25 binlik Fethiye-Dalaman Çevre Düzeni Nazım İmar Planı’nda Fethiye çevresine 30 bin yataklı turizm yerleşim alanı programlandı. Bu kapasitenin 12 bini Kayaköy’de yapılacak tesise ait olacaktı. Yanlış duymadınız 12 bin! Zamanında 6500 kişinin yaşadığı Kayaköy’ü 12 bin yataklı dev bir tatil köyüne dönüştürme fikri için girişimci, sermayedar bulunamadı. Eğer o yıl Kayaköy bu plana göre dönüştürülseydi, 2013 yazında Kayaköy’de Jehan Barbur’u değil Serdar Ortaç’ı dinliyor, ay ışığında “binlerce dansöz var”ı mırıldanıyor olacaktım. Karabasan gibi!

Bu tehlikenin o yıllarda farkına varan ileri görüşlü aydınlar da Kayaköy’ü korumacı çevrelerin gündemine taşıdılar. Burada Ekrem Akurgal ve Oktay Ekinci’nin isimlerini anmak gerekir. Temmuz 1988’de Türk-Yunan Dostluk Derneği Kayaköy’e bir inceleme gezisi düzenledi. Başkan Ekrem Akurgal, mimar Oktay Ekinci ve dönemin Muğla Belediye Başkanı Erman Şahin önderliğindeki grubun amacı Kayaköy’ü bir “dostluk köyü”ne dönüştürmekti. Dernek üyeleri Kayaköy’ün turizme açılırken bazı değerlerin göz ardı edilmemesini istiyordu.

Bu istekler, 1-2 Ekim 1988’de Muğla Belediyesi, Mimarlar Odası ve Türk-Yunan Dostluk Derneği’nin Muğla’da düzenlendiği “Kayaköy için Türk-Yunan Barış ve Dostluk Köyü Olsun” başlıklı bir forumda tartışıldı. Forumun 7 maddelik bildirisi  ilgili devlet kurumlarına yollandı. Ayrıca önerileri UNESCO’yla da paylaşıldı. Bildirinin özeti basit: Burası özel bir coğrafyadır. Özel anılar, özel tecrübeler biriktirmiştir. Herhangi bir toprak parçası gibi turizme açılmamalı, ilgili kişiler, kurumlar, ülkeler bu konuda söz sahibi olmalıdır. 

Bildirinin ilgililere dağıtılmasından sonra şaşılacak bir gelişme yaşandı. Bayındırlık Bakanlığı 29 Kasım 1988 tarihli yazısıyla Kayaköy’ün barış ve dostluk köyü olmasına yönelik öneriyi desteklediğini, forumda alınan kararları benimsediğini kamuoyuna duyurdu ve Kayaköy’ün şirketlere tahsisini durdurdu. Devletin sivil bir iradeyi kabul etmesi olarak algılanabilecek bu örnek Türkiye tarihinde bir istisna. Yani hemen umutlanmayın derim ben size... Zaten o yıllarda bu projeyle ilgilenen iki şirket vardı: Kavala Holding Muğla’da yapılan forumdan sonra Kayaköy’e talip olmadıklarını ilan etti. Yer Holding ise projeye talip olduklarını ancak tahsisin yapılmadığını gazeteler aracılığıyla duyurdu.

Kayaköy 1990’lı yıllara damgasını vuruyor


1990’lı yıllarda Kayaköy bir yıldız gibi parladı. Belgeseller çekildi, toplantılar, sempozyumlar düzenlendi, raporlar yayımlandı. Bilimsel çevrelerin ilgisi Kayaköy’e çevrildi. Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Kayaköy’ü adeta İstanbul sınırları içine aldı. Şube tarafından gerçekleştirilen bilimsel çalışmaların ilki Galata Grubu’nun 1993-1994 yılında alanda hazırladığı bilgilerden oluşan “Kayaköy Çalışmaları” raporuydu. İkincisi ise 25 Haziran 1994’te Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi’nde düzenlenen Kayaköy Sempozyumu... Burada tartışılan fikirler “Kaya Çukuru Koruma Planı Raporu” başlığıyla yayımlandı.

1996 yılı Abdi İpekçi Dostluk ve Barış Ödülü “Kayaköyü Barış ve Dostluk Köyü Olsun” başlıklı eseriyle Oktay Ekinci’ye verildi.

















Türkiye Mimarlık Öğrencileri Buluşmaları etkinliği kapsamında 10-21 Ağustos 1998 tarihleri arasında gönüllü 150 mimarlık öğrencisi Kayaköy’de buluştu.

Bu hareketlilik 2000’li yıllara girildiğinde de hız kesmedi. 2000 yılında Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi ve TÜRSAB işbirliğiyle Kayaköy’deki iki kilisenin (Taxiarhis ve Panayia Pirgiotissa kiliseleri) ve üç konutun rölöveleri alınarak hazırlanan rapor Mart 2001’de ilgili koruma kuruluna sunuldu. Kurul rölöveleri 19 Ağustos 2001 tarihinde onayladı. Fener Rum Patriği Bartholomeos Ağustos 2000’de Kayaköy’e gelerek çalışmaları inceledi. Alan çalışmaları 2001 yazında da devam etti.

12-19 Eylül 2010 tarihleri arasında Avrupa Gençlik Değişim Projesi kapsamında “Kayaköy’ü Deneyimlemek” başlıklı bir çalıştay gerçekleştirildi. UNESCO tarafından “Dünya Dostluk ve Barış Köyü” ilan edilen, aynı zamanda kentsel ve arkeolojik sit ve özel çevre koruma bölgesi olarak bilinen Kayaköy, Muğla Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Kurulu tarafından 2011 yılında  “Birinci Grup Anıtsal Yapı” olarak tescil edildi. Aynı yıl, Mimarlar Odası Muğla Şubesi Fethiye Temsilciliği 8-10 Eylül tarihleri arasında “Kayaköy’e Yaşam Aksı(n) Sempozyumu” düzenledi. Sempozyumun alınan kararlar bir sonuç bildirgesiyle kamuoyuyla paylaşıldı.

Bütün bu çabalar maalesef somut sonuçlara ulaşamadı. Bu eşsiz kent turizm yatırımcılarının ilgisini bir türlü çekemedi. Türkiye’de benzer örneklere bakıldığında iyi ki çekmedi de diyebiliriz. Ama Kayaköy bundan daha fazlasını hak ediyor. Kentin hâlâ “Koruma Amaçlı İmar Planı” yok.

Kültür ve Turizm Bakanlığı Kayaköy’e el koyuyor


Kayaköy’ün bundan daha fazlasını hak ettiğini devlet büyüklerimiz de fark etmiş ki 3 Şubat 2012 tarihinde dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, TÜRSAB Başkanı Başaran Ulusoy ve Muğla Valisi Kayaköy’ü ziyaret etti. Muğla’da Beçin ve Kayaköy için öncelikli olarak projeler üreteceklerini kamuoyuna açıkladı. Bundan beş ay sonra Kültür ve Çevre bakanlıkları arasında imar planı üzerinden açılan dava Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın davadan çekilmesiyle düştü. Böylelikle Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın tapulara koyduğu şerh hükümleri de kalkmış oldu. 2013 başında Kayaköy’ün 49 yıllığına turizm amaçlı tahsisi için ihale açılmasına karar verildi. İhaleye göre Kayaköy’de 300 yatak kapasiteli, 5 yıldızlı konaklama tesisi yapılacaktı. Çeyrek asırdan beri Kayaköy’ün ilkeli ve çağdaş bir anlayışla korunması gerektiğini savunan çevreler bu karara itiraz ettiler. Gerekçeleri basitti: Kayaköy 5 yıldızlı konaklama tesisi konseptine uygun değildi. İhaleyi alan firmanın “Koruma Amaçlı İmar Planı”nı yapacak olması ilgili sivil toplum kuruluşlarının plan sürecinin dışında tutulacağı endişesini yaratıyordu.

Neyse ki bakan değişti. İhale rafa mı kalktı, yoksa gelen tepkilerin yatışması mı bekleniyor bilmiyoruz. Bildiğimiz tek şey bir kaç aydır Kayaköy hakkında gazetelerde haber çıkmaması.

Sonuç olarak Kayaköy’ün güzel uykusu devam ediyor. Şimdilik benden bu kadar! İzin verin, Kayaköy’ün tarihi ve sosyal geçmişiyle ilgili bilgiler de bir başka yazının konusu olsun. Yakında bu fakir kütükte okursunuz.















17 Temmuz 2013 Çarşamba

PARÇALAR BİRLEŞİYOR

"Boş bir sayfa bir ozanın duyguları için ne ise duvarlar da toplumun yaratıcı dürtüsü için odur"

Bedri Rahmi'nin mozaiğini kapatan reklam panoları sökülürken.
B+’nın 18. sayısında Ferda Çağlayan imzalı bir yazı yayımladık. “4. Levent Hazineleri” başlıklı yazıda, aslında uzun zamandır ihmal ettiğimiz bir değerimizi yeniden hatırlama fırsatını yakaladık. Ferda Çağlayan’a ne kadar teşekkür etsek azdır. O bir fotoğraf sanatçısı ama bir başka kimliği daha var: İstanbul’da kamusal alanda sanat denince akla gelen ilk isim. Yıllardır kıyıda köşede kalmış heykelleri, mozaikleri belgeliyor, bu eserlerin hikâyelerini araştırıyor.

Ferda Çağlayan’ın yazısının sonrasında kaybettiğimiz zamanı telafi etmek için hızla çalışmalarımıza başladık. Elimizdeki veriler oldukça kısıtlıydı: Çağdaş Türk sanatının en önemli altı temsilcisinin yaptığı yirmi duvar mozaiği. Bu mozaiklerin yarısından fazlası algılanamaz durumdaydı. Bir tanesi yıkılmıştı. Bir diğer veri de bu mozaiklerin bulunduğu bölgenin 2008 yılında “kentsel sit alanı” edilmiş olmasıydı.

Hemen harekete geçip mozaiklerle ilgili bir envanter çalışmasına giriştik. Gördük ki 1950’li yılların sonunda yapılmış mozaiklerle ilgili herhangi bir kurum basit bir envanter bile yapmamış. Ferda Çağlayan’ın yaptıkları olmasa, İstanbul III. Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na 23 Ekim 2012 tarihinde sunduğumuz dosyayı hazırlamakta çok zorlanırdık. 20 Kasım 2012 tarihinde yirmi mozaik kurul tarafından koruma altına alındı. İlk aşama tahminimizden de çabuk geçilmişti. Hemen mozaiklerin bulunduğu binaların sakinleri için bir bilgilendirme yazısı hazırladık. Kurulun koruma kararını da ekleyerek yazıyı 4. Leventlilerle paylaştık. “Aradığımız Parça Sizde Olabilir” sloganıyla 4. Levent mozaiklerini koruma çalışmamızı tüm kentte duyurduk. Ama hâlâ eksiklerimiz vardı. Mozaiklerin yapıldığı döneme ait makale, anı, eskiz ve benzeri belgelere ihtiyaç duyuyorduk. Araştırmaya Koruma Kurulu arşivinden başladık. Çağdaş Levent Derneği’nin çabaları dışında çok az bilgiye ulaştık. Ziraat Bankası’nın klima dış üniteleriyle tahrip ettiği Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun mozaik, Haziran 2010 tarihinde dernek tarafından Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’ne bildirilmiş, Koruma Kurulu devreye girerek mozaiğin üzerini kapatan klimaları kaldırmıştı. Bu olumlu gelişme maalesef diğer mozaiklere yansımamıştı.

Sergi kataloglarından Ferruh Başağa ve Sabri Berkel’in yaptığı mozaiklerin bir bölümünün eskizlerine bulduk. Kütüphane araştırmaları sayesinde bir dergiye ulaştık. “Yeni Boyut” isimli plastik sanatlar dergisinin Kasım 1982 sayısında duvar resimleriyle ilgili kapsamlı bir dosya vardı. Sırf Thomas M. Messer’in kaleme aldığı yazıyı okumak bile bizleri başka bir noktaya taşıdı. Şöyle diyordu Messer, Burhan Doğançay’ın 1982 yılında Paris’teki Pompidou’da  açtığı serginin kataloğu için yazdığı önsözde: “Duvarların bir özelliği de bir şeyin dışı olmaları, hiç değilse bir dış yüzeye sahip olmalarıdır. Bu yüzey genellikle geniştir, kullanılmamıştır, korunmamıştır ve yasa ile olmasa da herkese aittir. Onun için duvarlar toplu bir anlatımın ve işlenmemiş duyguların alıcıları olarak kendilerini topluma sunarlar ve böylece görsel düşüncelerin, gösterge ve simgelerin taşıyıcıları olurlar. Boş bir sayfa bir ozanın duyguları için ne ise duvarlar da toplumun yaratıcı dürtüsü için odur.” 

Doğançay da, 10 bine yakın duvar fotoğrafı arasından seçilerek düzenlenen sergisinin kataloğuna şu notu düşmüştü: “Duvarlar bir çelişki sunuyorlar: Önce bir ayrım ve koruma aracı olarak başlamışlar. Ancak, tüm dünyada duvarların grafik anlatımındaki simge evrenselliği insanlar arasındaki iletişimi kanıtlıyor.”

Bu iki önemli sanat insanının 1982 yılında söyledikleri 4. Levent Mozaikleri koruma projesinin de ufkunu açtı. Kütüphane çalışması sürerken mozaiklerin üzerini kapatan elemanların kaldırılması için vatandaşlara resmi tebligatlar gönderildi.  Bu sayede Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun iki, Ferruh Başağa’nın bir mozaiği yeniden gün ışığına çıktı. Eren Eyüboğlu’na ait bir mozaik de tamamen açıldı.

“Aradığımız Parça Sizde Olabilir” sloganıyla başlattığımız kampanyaya gönderilen bir bilgi sayesinde Ferruh Başağa’ya ait olduğunu düşündüğümüz yeni bir mozaik bulduk. Böylece mozaik sayısı 21’e ulaştı. Bütün bu olumlu gelişmeler olurken iki apartman yönetimi de kendi inisiyatifleriyle mantolama altında bulunan Sabri Berkel’e ait üç mozaiği ortaya çıkardı. Bu durumu haber alır almaz apartman yönetimleriyle konuşarak bu işlemlerin Koruma Kurulu’nun izniyle ve restoratör eşliğinde belediye tarafından yapılacağını bir kez daha duyurduk.

4. Levent mozaikleriyle uğraşırken, İKSV’nin bu yıl 13.’sünü düzenleyeceği İstanbul Bienali’nin tanıtım kitapçığı elimize geçti. İlk cümlesi şöyleydi: “13. İstanbul Bienali’nin odak noktası, siyasi bir forum olarak kamusal alan fikri olacak. ” Hemen bienal yetkilileriyle iletişime geçerek projemizi anlattık. İstanbul Manifaturacılar Çarşısı’ndaki benzerleriyle birlikte Türkiye’de kamusal alanda sanat fikrinin ilk örneklerini oluşturan 4. Levent Mozaikleri’yle İstanbul Bienali arasında bir bağ kurulabilir mi, sorusunun cevabını aradık. Aramaya da devam ediyoruz.

Artık mozaiklerin rölövesinin alınmasına sıra geldi. Yaz dönemi boyunca 21 mozaiğin rölövelerini alacağız. Böylelikle bir ayıbı daha kapatmış olacağız. 1950’li yılların sonunda yapılmış bu mozaiklerin maalesef rölöveleri yok. Nitekim 1990’lı yıllarda yıkıldığını öğrendiğimiz Nurullah Berk’in yaptığı mozaiğin elimizde sadece fotoğrafları bulunuyor. Ayrıntılı bir çizimi yapılmış olsaydı bugün bu eserin röprodüksiyonunun yapılması da çok kolay olacaktı. Rölöveler, en azından bugüne kadar ayakta kalmış diğer mozaikler için çok büyük bir önem taşıyor.  Mozaiklerin restorasyonun yapılabilmesi için de olmazsa olmaz bir etap.

B+ dergisi, 4. Levent mozaiklerinin koruma projesini, bu bölgenin bir açık hava sanat müzesine dönüştürme sürecini izlemeye devam edecek. Beşiktaş Belediyesi’nin Konaklar Mahallesi sakinleri, sivil toplum kuruluşları ve üniversitelerin de desteğini alarak yürüttüğü çalışmanın gözü kulağı olacak. Umarız önümüzdeki sayılarda restorasyonu yapılan mozaiklerin pırıl pırıl fotoğraflarını da sizlerle paylaşmanın mutluluğunu yaşayacağız.

B+ 20






3 Temmuz 2013 Çarşamba

10 SORUDA ONALTIDOKUZ MUCİZESİ

Gezi olayları nedeniyle bu fakir kütüğü biraz ihmal ettim. Uzun zamandır Onaltıdokuz kuleleriyle ilgili aklımda sorular vardı, cevaplarını bulamadığım... Araştırdım ve buldum.

Kendin sor, kendin cevapla tekniğiyle “Tekmili birden 10 soruda Onaltıdokuz mucizesi” aşağıda emrinize amade... Maalesef keyifle okuyun diyemiyorum, çünkü keyfinizi kaçıracağının garantisi var. 



Soru 1:
Son sorulacak sorudan başlayayım: Onaltıdokuz kuleleri yasalara uygun mu?

Cevap 1:
Maalesef uygun. Bu durumu projenin sahibi Mesut Toprak da doğruluyor: “Bizim ne ruhsatımızda ne de imarımızda hiçbir sıkıntı yok. Yaptığımız proje tamamen imar planına uygundur” (Bakınız: Hürriyet Gazetesi, 19 Nisan 2013, sayfa 8)

Soru 2:
Peki Mesut Toprak’a inanmalı mıyız?

Cevap 2:
Evet proje imar planına uygun, ruhsatı var ama bence yasal değil. Çünkü öncelikle kamu yararı gözetilmemiş. Bir kişinin veya kurumun çıkarları gözetilerek alınmış imar tadilatı kararları neticesinde Tarihi Yarımada silüetini de etkileyen üç kule inşa edilmiş.

Soru 3:
Ne yani Mesut Toprak yalan mı söylüyor?

Cevap 3:
Yalan söylemiyor. Sadece olayları kendi şirketinin çıkarlarını gözeterek, süreçteki bazı durumları dillendirmeden anlatıyor.

Soru 4:
O zaman süreci bir özetleyin de anlayalım.

Cevap 4:
Arsanın ilk sahibi Mensucat Santral. Ardından bir bölümü Yapı Kredi’ye, bir bölümü de Pamukbank’a kalıyor. Pamukbank ait bölüm sonradan TMSF’ye geçiyor. Sonuç olarak Mehmet Toprak’ın sahibi olduğu Astay Gayrimenkul Mayıs 2007’de TMSF’den arsayı 45 milyon liraya satın alıyor (Hürriyet, 02.06.2013).

Ardından hızlı bir “tadilat dönemi” başlıyor. Arsa alındığı tarihte "emsal 1". Herhalde bu emsalle uygun rant elde edilemeyeceği düşünülecek olacak ki 16 Mayıs 2008 tarihinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclisi 1/5000’lik Nazım İmar Planı’nda bir tadilat yaparak emsali 2,5’a çıkarıyor, yüksekliği serbest bırakıyor. Aynı zamanda plandaki ticaret+turizm ifadesi “turizm tesis alanı” ibaresiyle değiştiriliyor (Karar No: 1117).

Soru 5:
Bölüyorum ama meclisteki üyelerden bu duruma itiraz eden olmuyor mu?

Cevap 5:
Oluyor. O dönemde Saadet Partisi üyesi, şimdi Ak Parti üyesi Ahmet Sadıkoğlu şöyle diyor: “Bu plan ve yer incelendiğinde, sanki bu parsele ciddi imtiyazlar sağlanmış hissi var. Eski plandaki çekme mesafeleri 10 metreyken 5 metreye indiriliyor. Emsal 1 iken, 2,5’a çıkarılıyor. Taban alanının %50 olması, bina yüksekliğinin serbest olması, birinci bodrum katın iskân edilebilir ve emsal harici olması gibi. Bir parselde bu kadar yüksek oranda imtiyaz sağlanmasının uygun olmayacağı kanaatindeyim.”

Soru 6:
Bölmeye devam ediyorum ama aklıma takıldı, başka itiraz var mı?

Cevap 6:
Var! CHP üyesi Halil Sarıca da itiraz ediyoruz. Arsanın bulunduğu yerin altını çizerek şöyle diyor Sarıca: “Zemin kotu itibari ile İstanbul’un Marmara siluetinde kalıyor. Tarihi Yarımada’ya çok yakın bir noktada bulunan parsel, Sur Tecrit Bandı dışında kalsa da, surlar ve Tarihi Yarımada’ya etkileri açısından etüt edilmelidir. Koruma Kurulu görüşü alınması gereklidir. ”

Sözünü şöyle bitiriyor: “İleride Gökkafes, Park Otel gibi tartışmalara meydan vermemek için İmar Komisyonu üyesi olarak bu rapora katılmıyorum. Bizim rapora oyumuz rettir. Arz ederim.”

Soru 7:
Peki ne oluyor?

Cevap 7:
Oy çokluğuyla plan tadil ediliyor. Burada belirtmek gerekir: Ak Partili üyeler kabul diğer partili üyeler ise ret oyu veriyor.

İsterseniz süreci anlatmaya devam edeyim.

İstanbul Büyükşehir Belediye meclisindeki tartışmalar/tadilatlar devam ederken Ekim 2008’de Zeytinburnu Belediyesi 1/1000 ölçekli Uygulama İmar Planı’nda da bahsi geçen tadilatları işaretliyor ve aynı ay onay için İstanbul Büyükşehir Belediye meclisine gönderiyor. Mayıs 2009’da bu plan da onanıyor (Karar No: 296).

Bu arada yukarıda bahsettiğim oy çokluğuyla onanan 1/5000’lik Nazım İmar Planı’nına Mimarlar Odası (11.09.2008), CHP İl Başkanlığı (27.08.2009) ve bir şahıs (10.09.2008) tarafından itiraz ediliyor. İşin garibi 1/5000’lik plana yapılan bu itiraz neticelendirilmeden 1/1000’lik plan onanıyor.  Kadı kızında da böyle kusurlar olur diyerek itirazın görüşüldüğü Mayıs 2009 tarihine gidelim. İtiraz gerekçelerinin bir bölümünü alıntılayalım:

“Zeytinburnu 89 pafta 771 ada 12 parselin zemin kotu itibariyle İstanbul'un Marmara silueti kapsamında kaldığı, tarihi yarım adaya çok yakın bir noktada bulunan parseldeki yapılaşmanın getirilen yükseklik değeri net bir şekilde belirtilmediğinden İstanbul'un Siluetini nasıl etkileyeceğinin anlaşılamadığı, Emsalin 2,5 olması çevre yapılanma şartlarının çok üstünde olduğu özel yapılaşma şartları ile de İstanbul Yönetmeliğine aykırı olduğu, bahse konu planın tanımlanan yapılanma koşullarında kullanımlar ve yakın çevre ile ilişkisinin nasıl kurulacağının anlaşılamadığı bahse konu parselin ne kadar Sur Tecrit Koruma Bandının dışında kalmakta ise de Surlar ve tarihi yarımadaya etkileri bakımından etüt edilmesi gerektiği, ayrıca bodrum katlar emsal harici tutularak iskan edileceğinden verilen emsal değerinin gerçekçi olmadığı, itiraz konusu plan değişikliği yapı nüfus ve trafik yoğunluğunu arttırıcı İstanbul İmar Yönetmeliğine ve Plan Yapım Yönetmeliğine aykırı ,emsal teşkil edici olduğu gerekçeleri ile 05.07.2008 t.tli 1/5000 ölçekli Nazım İmar Tadilat Planına itirazedilmektedir.

Özetle itirazın dayandığı en önemli başlık: İstanbul silüeti! İtirazcılar, bu binaları yaparsanız İstanbul’un silüetini etkiliyebilirsiniz. Bunu etüt etmelisiniz, diyor haklı olarak...

Soru 8:
Dayanamıyorum, tekrar böleceğim. Sonuç ne oluyor?

Cevap 8:
Tahmin ettiğiniz gibi! Ak Parti üyelerinin oylarıyla, bir başka deyişle oy çokluğuyla itirazlar reddediliyor (Karar No: 789).

Sonuç: Planlar tadil edile edile Onaltıdokuz yasal hale getirilmiş oluyor.

Soru 9: 
Herşey tamam da Hürriyet Gazetesi’nde 2 Haziran 2013 tarihinde Vahap Munyar’ın Astay Gayrimenkul’ün sahibi Mesut Toprak’la yaptığı söyleşide Munyar’ın “Siz izinleri alırken İstanbul’un siluetine dönük bir titizlik var mıydı? Projeye o yönüyle bakıldı mı” diye sorduğu soruya Toprak “Kimsenin aklına böyle birşey gelmedi. Zaten Sultanahmet Camii ile bu binalar arasında kuş uçuşu 7-8 kilometre var” diye cevap vermiş. Belediye meclisinde tartışmalar yapılırken, planlara itirazlar değerlendirilirken Mesut Toprak’ın haberi olmamış mı?

Cevap 9:
Cevap 3’te söylediğim noktaya geldik işte... Bu binaların daha projeleri yapılmadan önce İstanbul Büyükşehir Belediye meclisinde tartışılan imar planları tadilatlarında bile bu tehlikeye işaret edilmiş. Gerek CHP’li meclis üyesi, gerekse 1/5000’lik plana itiraz edenler, bu imar hakkının İstanbul siluetine etki edeceği endişesini dile getiriyorlar. Mesut Toprak da Vahap Munyar’la yaptığı söyleşide “kimsenin aklına gelmedi” diyebiliyor. Elinizi vicdanınızı koyun ve siz cevap verin! Mesut Toprak’ın, tarihlerini ve özetini yukarıda verdiğim itirazlarda konu edilen projenin İstanbul siluetine etki edebileceği bilgisinden nasıl haberdar olmaz?

Soru 10: 
Başbakan bu binayla ilgili “Sahibiyle konuştum. Tıraşlayın dedim. Ama hiçbir şey yapmadılar. O yüzden çok kırıldım, 5 yıldır konuşmuyorum” dediğini okuduk (Bakınız: Hürriyet Gazetesi, 18 Nisan 2013, sayfa 14). Proje yasalsa Başbakan neden tıraşlama istiyor?

Cevap 10:
Zaten kafalarımızın karıştığı konu da bu! Birinci sorun, beş yıllık bir küslük meselesi. Bundan beş yıl önce, proje ortada yoktu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde 1/5000’lik planın üzerindeki tadilat tartışılıyordu. Dolayısıyla beş yıllık küslüğün altında herhalde başka sorunlar olsa gerek. Gelelim ikinci ve daha temel soruna! Eğer proje yasalsa niye tıraşlanması isteniyor? Değilse Başbakan gereğini yapması gerekirken niye projenin sahibine küsüyor? Bu iki soruya cevap verilmesi gerekiyor. Ama şunu da tekrarlayalım. Bu binayı Astay Gayrimenkul’ün inşa etmesini sağlayan imar tadilatları İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Ak Partili belediye meclis üyelerinin oylarıyla geçti. İstanbul Büyükşehir ve Zeytinburnu belediye başkanları da aynı partinin üyeleri... Soruya soruyla cevap verelim: Başbakan neden kendi partisinin üyelerine değil de Mesut Toprak’a kızıyor. Neden patrona ricacı olmak yerine yasaların kendisine tanıdığı imkânlar çerçevesinde hareket etmiyor?

Meraklısına not: Mayıs 2013’te İstanbul 4. İdare Mahkemesi 1/5000 ve 1/1000’lik planların iptal edilmesi kararını verdi. Bu karar nelere kadir? İzleyelim, görelim!






13 Haziran 2013 Perşembe

İNAT, İNAT, İNAT

Dört tarafı betonla çevrili bir avuç yeşilden insan ne ister? Nedir bu kışla inadı?


Bu kadar olaydan, ölümlerden, polis şiddetinden sonra bir Başbakan nasıl böyle şeyler söyler? Ben anlayamıyorum. 

"...Bu Taksim Meydanı’nın Gezi Parkı dahil toplam metrekaresi yüz bin metrekaredir. Topçu Kışlası’nın oturduğu alan 11 bin metrekare. Bu Topçu Kışlası’nın içinde o diğer 70-80 ağaçların dışındaki ağaçların tamamı kalacak. Topçu Kışlası kapalı değil. Ana giriş açık tutulacak. Yani İstanbul halkı Topçu Kışlası’nın içine rahatlıkla girebilecek..."
(13 Haziran 2013, AK Parti Belde Belediye Başkanları toplantısı. Kaynak: Hürriyet Gazetesi internet sayfası)

Bizi Taksim Meydanı'nın metrekaresi değil, Gezi Parkı'nın metrekaresi ilgilendiriyor. Topçu Kışlası Taksim Meydanı'na değil, Gezi Parkı'na inşa edilecek. Gezi Parkı'nın, kentimizdeki yeşilin metrekaresini arttırmak istiyoruz. Derdimiz budur.

14 Mayıs 2013 Salı

ERLANGEN-MÜNİH HATTI

Erlangen'dan Münih'e gitmek sanıldığı kadar kolay değil! İlk önce önünüzde baraj kuran fotoğrafçıları aşmanız gerekiyor. Aman dikkat!


29 Nisan 2013 Pazartesi

MERHABA SABRİ BERKEL

4. Levent'ten geçerken Sabri Berkel'e de merhaba demeyi ihmal etmeyin. Üç mozaiği gün ışığına çıktı.

11 Nisan 2013 Perşembe

TERSİNE KENTSEL DÖNÜŞÜM

İstanbul’un dört bir yanını “kentsel dönüşüm” adı altında yıkıp TOKİ eliyle ehlileştirenler Taksim’de bir kışla olduğunu hatırladılar. Hatırlamakla kalmayıp yeniden inşa etmeye kalktılar. İçinde bulunduğumuz yılın ilk günlerinde Koruma Bölge Kurulu Taksim’in tek yeşil alanının üzerine böylesine büyük bir kütlenin inşasına izin vermedi. Ülkenin başbakanı çıktı ve dedi ki: “Topçu Kışlası'nı yapacağız. Üst kurul reddetmiş. Biz de reddi reddedeceğiz.” 

Bu cümleyi duyunca aklıma televizyondan seyrettiğim bir MHP kongresi geldi. Yıl 1997. Alparslan Türkeş’in ölümünün ardından kongredeki oylamanın ikinci turunda Tuğrul Türkeş’in rakipleri Devlet Bahçeli isminde birleşmiş, bunun üzerine sinirlenen bir MHP’li, ki sonradan öğrendiğim kadarıyla kendisi Ülkü Ocakları eski başkanı Azmi Karamahmutoğlu’ymuş, kürsüyü taraftarlarıyla işgal ederek “illegaliteyi başlatıyorum, yıkın kürsüyü” dedi. Elindeki mikrofunu bir kahraman edasıyla seyircilere fırlatmasını ve taraftarlarının kürsüyü parçalamalarını dün gibi hatırlıyorum. 

Başbakanın, “Biz de reddi reddedeceğiz” cümlesinden, illegalitenin ilanından başka bir anlam çıkaramıyorum. Karamahmutoğlu’nunkinden tek farkı bu illegalite ilanının şiddet içermemesi. Halkın istemediği, uzmanların neredeyse tamamının -Sinan Genim’le Hakan Kıran’ı bir kenara ayıralım- “Gezi’yi maymuna çevirecek”, “Rüküş, israfkar ve görgüsüz”, “Çocuksu araçlarla verilen siyasal bir kavga” ve benzeri kısa ama sert cümlelerle reddettiği bir yeniden doğuşa maalesef tanıklık edeceğiz gibi gözüküyor. 

Taksim’deki “yaparım bilirsin” inatlaşması sürerken yöneticilerimizin dünya şehircilik tarihine armağan ettiği “tersine kentsel dönüşüm” kavramının (kavramın isim babası benim) örnekleri çoğalıyor. Üsküdar’dan Kuzguncuk’a doğru giderseniz Paşalimanı’ndaki Boğaz’a nazır parkta açılan üç büyük çukura rastlayacaksanız. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin parkın girişine astığı tabelanın üzerindeki bilgilerden çukurların niye açıldığını anlıyoruz: “Üsküdar Serasker Hüseyin Avni Paşa Yalısı ve Arapzade Yalısı Temel Araştırma Kazısı”



Proje yeni değil, İstanbul Büyükşehir Belediyesi sitesinde projeden kısaca şöyle bahsediyor: “İstanbul Boğazı’nın karakteristiğini oluşturan yalılar arasında sayılan bu yok olmuş kültür varlıklarımızın yeniden İstanbul’a kazandırılabilmesi amacıyla kazı çalışması yapılarak, kazı rölövelerinin alınmasını kapsayan çalışmalar 05.07.2011 tarihinde başlamıştır.” 

Radikal Gazetesi’nden Enis Tayman’ın 08.02.2013 tarihli haberinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bu işe girişmesinin amacı “ihya etmek ve kamu yararına kullanmak” olarak belirtiliyor. Özetle deniz kenarındaki kamusal bir yeşil alan yok edilerek yerine iki yalı ihya edilecek ve kamu yararına kullanılacak. 

Peki nedir bu kamu yararı? Yeşil alan mı kamu yararına, yalılar veya kışlalar mı? Hemen İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 2004-2010 yılları arasındaki yeşil alan verilerini derleyerek yayınladığı rapora bir göz atalım. Ülkemizde kişi başına düşmesi gereken yeşil alan miktarı, 1999 depreminden sonra revize edilerek 10 metrekareye çıkartılmış. İstanbul kentlisinin kullanabileceği yeşil alan ise 6,05 metrekare. Aynı belediyenin “Yaşayan Şehir İstanbul-İstanbul’da Çevre Yatırımları 2004-2012” isimli yayınında ise bu rakam 6,08 metrekare olarak belirtiliyor. Bu rakamlara otoyol kenarlarında yer alan yeşil bantların dahil olduğunu da umarım göz önünde tutuyorsunuzdur. Taraf Gazetesi’nin 18.07.2012 tarihinde yayımladığı bir haberde görüşüne başvurulan uzmanlar reel rakamın 3 metrekarenin bile altında olduğunu söylüyor. 

Olması gereken nedir? Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre şehir merkezinde kişi başına düşen yeşil alan miktarı en az 10 metrekare olmalı. Şehir merkezinin dışındaki banliyölerde ise 25 metrekarelik bir yeşil alan öneriliyor… Olması gerekeni ve İstanbul’un verilerini paylaştıktan sonra biraz da dışarıdan örnek verelim: Paris’in de içinde olduğu Île de France bölgesinin 2011 yılında yayımladığı rapora göre Paris şehir merkezinde kişi başına düşen yeşil alan yaklaşık 8,0 metrekare.  Paris’e banliyöleriyle birlikte baktığımızda bu rakam 28 metrekareye çıkıyor. İlginç olan bu rakamlara sadece ve sadece kamusal alan olarak kullanılan park ve bahçeler dahil edilmiş. Otoyol ağaçlandırmaları hariç tutulmuş. Nedeni basit: Kamunun bu yeşil alanlardan faydalanamaması… Bir Londra kentlisi ortalama 20 metrekare yeşil alandan faydalanıyor. Gökdelenler şehri New York’ta ise şehir merkezinde yaşayan bir New York’lunun faydalandığı yeşil alan 23 metrekare.

Şimdi tekrar İstanbul’a, Paşalimanı’na dönelim. Mimar Sinan’ın 16. yüzyılda başında olduğu ocağın ismini mimarlık şirketine uygun görerek “mütevazılığın” sınırlarını zorlayan Hassa Mimarlık’ın açtığı çukurlarda yuvarlak bir altyapı, merdiven ve temel kalıntıları gözüküyor. Bingo! Bu durumda yalılar ihya edilebilir, kamu bundan faydalanabilir. Bu kamu yararı ne biçim bir şeydir ki gerektiğinde parklar yok edilebilir ve yerine koca binalar inşa edilebilir? Kamu yararının dengesini kim bulacak? Koruma kurulları veya yargı mı? Yoksa Hassa Mimarlık’ın sermimaranı mı? Veya Büyükşehir Belediye Başkanı mı? Başbakan mı? 


Yine aklıma eskilerden bir örnek geliyor. Kendisiyle tanışıyor olmaktan büyük bir mutluluk duyduğum, çok genç yaşta kaybettiğimiz Avukat Derviş Parlak şöyle demişti: “Kamu yararı varsa hukuka uygundur, kamu yararı yoksa hukuka aykırıdır. 
 
Bu satırların yazarı olarak ben de illegaliteyi kısa bir süreliğine de olsa ilan ediyorum. 5 dakikalığına kurul, kanun, yönetmelik, mimarlar, başkanlar ve başbakanları bir kenara bırakın lütfen! Yukarıda yazdığım kişi başına düşen yeşil alan metrekarelerine bir kez daha bakın. Kısa bir süre düşünün! Kamu yararı Taksim’e kışla, Paşalimanı’na yalı inşa ederek mi sağlanır? Yoksa Taksim Gezisi ve Paşalimanı’ndaki Boğaz’a nazır parkı koruyup çoğaltarak mı?



Not: 13 Nisan 2013 Cumartesi, saat 18:00’da Gezi Parkı kamu yararınadır diyenler Gezi Parkı’nda buluşuyor. 



2 Nisan 2013 Salı

MOZAİKLER AÇILIYOR


Bugün Beşiktaş Belediyesi, Bedri Rahmi'nin yaptığı mozaiklerin üzerine asılan reklamları taşıyan demir konstrüksiyonları da kaldırdı (üstte ve altta). 


Geçen hafta da Ferruh Başağa'ya ait mozaiği kapatan sundurma kaldırılmıştı. 


30 Mart 2013 Cumartesi

13 Mart 2013 Çarşamba

İKİSİ BİR ARADA

Bugün Beşiktaş Belediyesi 4. Levent'teki Bedri Rahmi'nin mozaiklerinden birinin daha üzerini açtı. Artık Bedri Rahmi'nin devasa iki mozaiği bir arada görülebiliyor. 4. Levent'ten geçerken bir durup göz atın! Memnuniyet garanti!

22 Şubat 2013 Cuma

19 Şubat 2013 Salı

BİR MOZAİK DAHA!

4. Levent'ten geçenler, yavaş yavaş mozaiklerin üzerindeki reklamların, tabelaların kaldırılmaya başlandığını görecek. Geçen hafta sonuna doğru Eren Eyüboğlu'nun yaptığı bir bölümü tabela altında kalan mozaik de gün ışığına çıktı. Daha önce bu fakir kütükte duyurduğumuz Bedri Rahmi'nin bir kapanan bir açılan mozaiğinin üzeri de artık tamamen açık. Darısı diğerlerinin başına!

Eren Eyüboğlu'nun 4. Levent'te yaptığı üç mozaik panodan biri.

13 Şubat 2013 Çarşamba

AÇ KAPA BEDRİ RAHMİ

Dün göz kırpmıştı! Bugün kapandı, kabuğuna çekildi. 

Reklamcılar yaptı yine yapacaklarını. Neyse ki kısa zaman içinde bir kuş kadar özgür olacak Bedri Rahmi'nin mozaiği... 

12 Şubat'ta bir günlük özgürlüğü tattı Bedri Rahmi'nin mozaiği. 13 Şubat'ta bu halde: "Completo"

12 Şubat 2013 Salı

BEDRİ RAHMİ BANA GÖZ KIRPTI!

Bayram değil, seyran değil! Bedri Rahmi bana niye göz kırptı? 




4. Levent'ten gelip geçenlerin pek de haberi olmadı bu güzel sürprizden. Zaten bilinçli olarak hazırlanmamıştı. Reklam panolarını değiştirenlerin farkında olmadan sundukları bir armağandı bizim için... Bir sonraki reklam panosu asılana kadar seyredin durun.



Not: Bedri Rahmi'nin de 3 eserinin yer aldığı 4. Levent'teki 20 mozaik korunacak. Artık isteyen istediği gibi bu sanat eserlerini tahrip edemeyecek. Ayrıntılarını daha önce Atlas İstanbul'da duyurmuştuk. Tıklayın



23 Ocak 2013 Çarşamba

YAŞAMAK


Cepteki para, sağlık, ana-baba, akrabalar… Hepsini birer birer yitirebiliriz. Yitiriyoruz da! Bazıları öylesine şanssızlar ki bütün sevdiklerini kısa bir süre içinde veya bir arada kaybediyor. Ama ayakta dik durmak lazım. Anılar bu noktada devreye giriyor. Doğduğunuz ev, çocukluğunuzun geçtiği mahalle, pazar günleri ailece gittiğiniz piknik alanları, teyzenizin veya amcanızın yazlığı… Küçük bir gazete parçası, dayınızın askerden yolladığı bir mektup, aile albümü… Bütün bunlar, kaybettiklerimiz için küçük ama zora düştüğümüzde sımsıkı sarıldığımız avuntularımız.

Herkesin olduğu gibi benim de anı mekânlarım var. Sevdiğim, ziyaret etmekten mutluluk duyduğum binalar. Biri dün akşam yandı, kül oldu. Kış ortasında baldırı çıplak evsizler gibi kalakaldı. Burayı dört duvar ve çatıdan ibaret görenler için sorun yok. Büyük camialar böyle günlerde bir araya gelirler, gerekeni yaparlar. Ki öyle yapılacağına inancım tam. Ama benim gibiler için sorun bununla sınırlı değil. Binayla birlikte muzırlıklarımız, haylazlıklarımız, sohbetlerimiz, sevdalarımız, kavgalarımız, mutlu ve saf günlerimiz de yandı. İşin kötü yanı bunları yerine koyacak bir camia, bir hükümet, bir erk yok. Bu anıları yeniden biriktirmenin de imkânı yok.

Şairin dediği gibi ne olursa olsun, bütün işimiz gücümüz yaşamak olacak. Yaşayacağız ama bir tarafımız eksik kalacak. 




Kül olan anıların özeti için tıklayınız

14 Ocak 2013 Pazartesi

SANAT DUVARLARI KORUNACAK


Bundan 10 yıl önce Atlas İstanbul’da “Sanata Düşman Şehir” (Temmuz 2003) üst başlığıyla duyurmuştuk 4. Levent’teki duvar mozaiklerinin içler acısı halini. Reklam panosu altında kalan Bedri Rahmi’nin mozaiklerini; tabela kirliliği yüzünden algılanamayan Eren Eyüboğlu’nun geyiğini, Anadolu kadınını; üzerinden kablolar geçirilen Sabri Berkel’in kufi kompozisyonlarını ve diğerlerini tanıtmıştık.
Eren Eyüboğlu'na ait mozaik

Çağdaş Türk resminin altı büyük sanatçısına ait büyük ölçekli 20 duvar mozaiği bugün ne durumda? Sorunun cevabını Beşiktaş Belediyesi’nin yürüttüğü belgeleme çalışmalarından öğreniyoruz. Ama hemen belirtelim ki genel durum, Atlas İstanbul’da duyurduğumuz duruma göre oldukça kötü. 4. Levent mozaiklerinin 2000’li yılların başlarındaki düşmanları tabela ve reklam panolarıydı. Artık yeni bir düşmanları daha var: Mantolama!

20 eserin 7’si mantolama altında kalmış, 6’sının üzeri tabela ve reklam panolarıyla kapatılmış, 2 tanesi baca, sundurma, klima ve benzeri elemanlarla tahrip edilmiş. Nurullah Berk’in yaptığı mozaik ise vitrin açma amacıyla yıkılarak yok edilmiş. Sadece 4 eser iyi durumda. Onlar da kentin günlük keşmekeşi içinde algılanmıyor. Neyse ki bu olumsuz tabloya müdahale etmek isteyenler de var. Beşiktaş Belediyesi geçtiğimiz iki ay içinde 4. Levent’teki 20 duvar mozaiğini harita üzerine işaretledi, güncel durumlarını tespit etti. Eski-yeni fotoğraflarını hazırlayarak oluşturduğu ayrıntılı dosyayı, mozaiklerin koruma altına alınması talepiyle İstanbul III. Numaralı Koruma Bölge Kurulu’na gönderdi. Geçtiğimiz kasım ayının sonunda iyi haber geldi. Kentsel sit alanı içinde yer 4. Levent Sitesi’nin duvarlarındaki 20 sanat eseri tek tek koruma altına alındı.

Peki bundan sonra ne olacak? Bilgisine başvurduğumuz Beşiktaş Belediyesi’nin konuyla ilgili müdürlüğü süreci şöyle anlatıyor: “Duvar mozaiklerinin korunması için önümüze koyduğumuz ilk hedef eserlerin sağlıklı bir şekilde belgelenmesiydi. Ferda Çağlayan’ın Atlas Dergisi’de yazdığı makale dışında eserlerin toplu olarak yer aldığı bir belge yok. Biz de eski kaynakları taradık, bulduğumuz fotoğrafların alanda izini sürdük ve sonunda 16’sı çeşitli nedenlerle algılanamaz durumdaki 20 eseri belgeledik. Koruma Bölge Kurulu’nun koruma kararının ardından önümüzde iki aşama daha var: Birincisi eserlerinin varislerine ulaşıp onarım çalışmaları için izinlerini almak. İkincisi ise eserlerin üzerindeki tabela, reklam ve benzeri kirlilik yaratan öğeleri kaldırarak onarımlarını gerçekleştirmek ve tanıtım materyallerinin üretilmesini sağlamak.”

4. Levent duvar mozaikleri İstanbul Manifaturacılar Çarşısı’ndaki sanat eserleriyle birlikte İstanbul’un 1950’li yıllardaki sanat ortamını, büyük imar faaliyetlerini yürüten müteahhitlerin sanata bakışını anlatması bakımından yegâne örnekler. Korunması, yaşatılması ve İstanbul’un tarihsel ve kültürel değerlerini hiçe sayarak kenti büyük bir iştahla gökdelenleştirenlere gösterilmesi gerekiyor. Atlas İstanbul olarak bu koruma projesinin takipçisi olacağız, gelişmeleri sizlerle paylaşacağız.

1
Bedri Rahmi Eyüboğlu
3 eser
2’sinin üzerinde reklam panosu var
2
Eren Eyüboğlu
3 eser
2’si tabela altında
3
Sabri Berkel
8 eser
6’sı mantolama ve tabela altında.
4
Nurullah Berk
1 eser
Yıkılarak yok edilmiş.
5
Ferruh Başağa
4 eser
Mantolama, tabela ve benzeri etkenlerle tamamı algılanamaz durumda.
6
Ercüment Kalmuk
1 eser
Mantolama altında kalmış.

Atlas İstanbul 2012/1