18 Ocak 2011 Salı

SİNAN'IN SU KEMERLERİ

2007 yılının Temmuz ayının sonunda haber ajanslarının geçtiği bir haber tüm ulusal gazetelerin ilk sayfalarında yer aldı. Aslında haber etkileyici bir fotoğraftan ibaretti: Alibeyköy Baraj Gölü’nün kurumuş topraklarında yükselen anıtsal bir su kemeri! Altına da büyük harflerle “Kuraklık Sinan’a Yaradı”, “Barajda Su Bitti Sinan’ın Şaheseri Ortaya Çıktı” “Baraj Kuruyunca Sinan’ın Büyük Eseri Ortaya Çıktı” ve benzeri başlıklar attılar ulusal gazetelerin editörleri.

Ortaya çıkan kemer miydi, yoksa cahilliğimiz mi bilinmez! Bildiğimiz tek şey İstanbul’daki kuraklığının simgesi olarak gösterilen fotoğraftaki kemerin tamı tamına 443 yıldır İstanbul’a durmadan su taşımasıydı. Daha da ilginci Alibeyköy Baraj Gölü’nün tamamıyla kuruduğu Ağustos 2007’ye kadar mühendislik harikası kemerin üstünden geçen sular evlerimize doğru akıyordu. Bahsettiğimiz su kemerinin adı Mağlova: Kanuni Sultan Süleyman’ın İstanbul’a su getirmek amacıyla Mimar Sinan’a inşa ettirdiği Kırkçeşme Su Yolu’nun en görkemli kemeri. Belki de dünyadaki benzerlerinin en görkemlisi… Tasarımcısı Mimar Sinan’a “sadece bu eseri yapsaydı bile dünyada büyük bir mimari deha olarak anılırdı” övgüsünü kazandıran su mimarlığının başyapıtı. Bugün mimarlık tarihçilerinin haklı övgülerini kazanan kemer, aslında Belgrad Ormanı’ndaki suyu İstanbul’a getiren sistemin onlarca kemerinden sadece biriydi. Kanuni Sultan Süleyman İstanbul’a su getirme işini Sinan’a sipariş ettiğinde, Sinan bu işin olabileceğini ama çok büyük bir bütçe harcanacağını “suyun çıktığı yerden kente altın keselerinin uç uca dizilmesi gerekir” benzetmesiyle aktarır padişaha. Kanuni’nin cevabı ise en az Sinan’ın benzetmesi kadar manidardır: “Sen suları buraya getir, ben keseleri yan yana dizmeye de razıyım”.

Sinan, Roma ve Bizans dönemlerinde kullanılan, büyük ölçüde tahrip olmuş su yollarını izleyerek muhteşem kemerlerini bu hat üzerine inşa etmeye karar verir. Çalışmaların başlamasıyla birlikte büyük bir dedikodu furyası Saray çevresinde ağızdan ağza yayılır. Dedikodular, Kanuni’nin kızı Mihrimah Sultan’la evli olan ve tutuculuğuyla nam salmış veziriazam Rüstem Paşa kaynaklıdır. Eleştiriler, Belgrat Ormanı civarında İstanbul’a yetecek kadar suyun olmadığı ve padişahın paralarının boşa harcandığı yönünde yoğunlaşır. 1554 yılında başlayan Kırkçeşme Su Yolu inşaatı 1563 yılında tamamlandığında Mimar Sinan’ın haklı olduğu ortaya çıkar; o dönemde suyun debisini ölçmeye yarayan lülelerden geçen su miktarı ayda 180 bin metrekübe yaklaşmaktadır. Bu rakam diğer su sistemlerinin de eklenmesiyle 650 bin metreküp/aya ulaşmaktadır. İSKİ verilerine göre Temmuz 2008 boyunca İstanbul’a verilen su miktarı yaklaşık 60 milyon metreküptür. Herhalde sadece bu rakamların karşılaştırılması bile Mimar Sinan’ın günümüzden 445 yıl önce inşa ettiği Kırkçeşme Su Yolu’nun başarısını kanıtlamaya yeter. Bir başka ilginç istatistik ise bütçeyle ilgili: Dört yüzden fazla yapının, tasarımından yapımına kadar başında duran Mimar Sinan’ın en yüksek bütçeli işi de, İstanbul’un su sorununu çözen 50 milyon akçelik bu büyük projedir.

Peki, uzunluğu 55 kilometreyi aşan bu sistem nasıl çalışıyordu? Sistemin ana kaynakları Kâğıthane Deresi’ni oluşturan küçük derelerdi. Doğuda Kirazlı, Topuz, Paşa derelerinden batıdaysa Ayvad, Orta, Bakraç derelerinden alınan sular kemerler vasıtasıyla İstanbul Suriçi’ne aktarılıyordu. Tabii ki bu uzun yol boyunca başka derelerden alınan sular da sisteme katkı sağlıyordu. Bunlardan en önemlisi Cebeciköy Deresi’nden gelendir. Yüksek bir noktaya suyun pompalanamadığı 16. yüzyılda suyun seviyesini düşürmemek esastı. İki tepe arasına yapılan kemerlerle su vadiye inmeden, yani seviyesi düşmeden ikinci tepeyi aşmış oluyordu. Kırkçeşme Su Yolu’nun doğu hattından gelen sular Kovuk Kemer’den (Eğri Kemer), batı hattından gelenler ise Uzun Kemer’den geçerek Baş Havuz’a (Havz-ı Kebir) ulaşıyordu. Baş Havuz’da birleşen iki kol, günümüzde Alibeyköy Baraj Gölü’nün bulunduğu vadiyi Mağlova Kemeri sayesinde aşarak Güzelce Kemer’den geçiyordu. Cebeciköy Deresi’nin sularıyla güçlenen Kırkçeşme hattı, Balıklı Havuz ve irili ufaklı birçok kemeri aşarak Ayvansaray’daki Eğrikapı’dan İstanbul Suriçi’ne giriş yapıyordu. Bu noktadan sonra görev İstanbul’un güzelim Klasik Dönem çeşmelerine ve suları çeşmelerden evlere dağıtan sakalara düşüyordu.

İşletmeye açılmasından yaklaşık bir yıl sonra, büyük bir sel felaketi özellikle Uzun Kemer ve Mağlova Kemeri’ne büyük zarar verir. Sinan 1564 yılında bu iki kemeri onararak bugünkü görünümlerine kavuşturur. Selin büyüklüğü ve Kırkçeşme’ye verdiği zarar hakkında ayrıntılı bilgileri dönemin tarihçisi Selânikî verir:
“… 971 yılının 1 Seferi’nin sabahı (20 Eylül 1563) Cihan Padişahı Halkalı Vadisi’nde ava gitmişti. Hava çok yağmur yağacağını gösteriyordu. Onun için Yeşilköy civarında İskender Çelebi Çiftliği’ne sığındı. Şimşeklerle müthiş bir yağmur yağdı, bir gün bir gece sürdü. Yetmiş dört defa yıldırım düştü… Bu devamlı yağış Kırkçeşme kemerlerinden Mağlova Kemeri ve Uzun Kemer’in kısmen yıkılmasına sebep oldu. Padişah yıkılan kemerleri vezirleri ile beraber gelerek gördü. Padişah, sermimâran-ı cihân ve mühendisân-ı devran Sinan Ağa’ya hilâtlar giydirerek iltifatlarda bulundu ve tam salahiyetle tamirini emretti…”

Belgrad Ormanı’ndan İstanbul’a ulaşan bu uzun su yolunun onlarca yapısı arasında beş tanesi var ki boyutları ve güzellikleriyle diğerlerinde ayrılır. Kaynaktan kente doğru sıralayacak olursak: Uzun Kemer, Kovuk Kemer, Baş Havuz, Mağlova Kemeri ve Güzelce Kemer. Uzun ve Kovuk kemerler, hızla betonlaşan İstanbul’un asfalt yollarıyla ulaşabileceğiniz noktadalar. İyi mi yoksa kötü mü karar veremediğimiz bu özelliklerinden dolayı arabayla rahatlıkla bu kemerlerin yanına gidebilir, hatta altından geçebilirsiniz. Roma dönemi kalıntılarının üzerine inşa edilen bu iki kemer de Hasdal-Göktürk yolu üstünde, birbirlerine yaklaşık 3 kilometre uzaklıktalar.

711 metrelik uzunluğuyla Uzun Kemer, Kırkçeşme sisteminin en heybetli kemeridir. Roma dönemi su kemerinin altyapısını kullanılarak inşa edilen kemer ilginç mimari özellikler taşır. Roma ve Bizans dönemlerinin su kemerleriyle Sinan’ın inşa ettiği 16. yüzyıl su kemerlerini cephelerine dikkatli bir şekilde bakarak ayırabilirsiniz. Sinan öncesine tarihlenen su kemerlerinin, temel noktasından tepe noktasına kadar duvar kalınlıkları aynıdır. Buna iyi bir örnek olarak Unkapanı’ndaki 4. yüzyıla tarihlenen Bozdoğan Kemeri’ni verebiliriz. Sinan kemerlerin direncini arttırmak için Roma geleneğini değiştirmiştir: Onun su kemerlerinin duvarları temelde geniş başlar, tepe noktasına doğru incelir. Sinan, topografyanın ve eski altyapıların izin verdiği yerlerde bu kuralı uygulamış, aksi hallerde ise su kemerlerinin mansap tarafına, yani suyun aktığı yöne bakan cephelerine eklediği payandalarla su kemerlerini güçlendirmiştir. Uzun Kemer’i gezecek olursanız, Sinan’ın ikinci seçeneği, 1553 yılında gerçekleşen selin kemere verdiği zarardan sonra, ustalıkla kullandığını görecekseniz.

Artık asfalttan uzaklaşıp Alibeyköy Baraj Gölü Havzası’na girmenin vakti geldi. Beş güzellerimizin üçü; Baş Havuz, Mağlova Kemeri ve Güzelce Kemer ağaçlarla kaplı havzanın içinde bulunuyor. Asfalttan uzak olmak, insan tahribatından da uzak olmak anlamını taşıyor. Kovuk Kemer’in dibindeki su fabrikası veya Uzun Kemer’in hemen yanına geçtiğimiz yıllarda inşa edilen ve adı yarı Türk yarı Amerikan “Kemermall” alışveriş merkezi gibi tarihi eserlerin dokusunu bozan örneklere havzanın içindeki yapılarda neyse ki rastlamıyoruz.

Kemerburgaz’daki Yaşamkent Sitesi’nin arkasındaki toprak yolla ulaşılabilen Baş Havuz veya eski adıyla Havz-ı Kebir’in yaklaşık 14 metre çapındaki silindirik dış duvarını görenler, yapının ne olduğunu anlamakta -haklı olarak- zorlanabilirler. Bir kale burcunu anımsatan Baş Havuz, Kırkçeşme Su Yolu’nun en işlevsel yapılarından biri. Emeklilik yaşı çoktan gelmiş olsa da hâlâ çalışmaya devam ediyor. Kırkçeşme’nin doğu ve batı hatlarından gelen sular bu havuzda birleşiyor; su havalandırılıyor ve pislikler çökeltiliyor; lüleler aracılığıyla debi ölçülüyor. Kısa süreliğine de olsa dinlendirilen suyun bir sonraki durağı yaklaşık 2 kilometre uzaklıktaki Mağlova Kemeri.

Kırkçeşme’nin beş güzeli varsa, en güzeli hiç şüphesiz Mağlova Kemeri’dir. Mağlova isminin nereden geldiği konusunda birkaç varsayım var. İstanbul’u anlattığı kitabının önsözüne yazdığı “diğer bütün kentler ölümlüdür, ama İstanbul, sanırım, insanlar var oldukça yaşayacaktır” cümlesiyle İstanbul’a duyduğu sevgiyi ölümsüzleştiren Gyllius’un iddiası akla en yatkın olanıdır. Mağlova Kemeri’nin yapımından önce bölgeyi ziyaret eden Gyllius, Alibeyköy Deresi’nin eski adlarından birinin Makhleva olduğunu yazar. Kemerin adının da bu isimden geldiği düşünülmektedir. Sinan bu kemerde olağanüstü bir tasarım gerçekleştirerek eşine rastlanmayan bir esere imzasını atmıştır. Beş anıtsal piramidal ayak, ayakların yükünü hafifletmek için her bir ayağa üçer tane koyduğu hafifletme gözleri, selyaranlar, yaklaşık 17 metrelik açıklıkların geçildiği kemerler… Her biri, Sinan tarafından inanılmaz bir incelikle planlanmış ve hayranlık verici bir ustalıkla uygulanmış.

Tüm mimari özellikleri ve keskin mühendislik hesaplarını bir yana bırakalım… Sadece seyrederken insana verdiği o eşsiz zevk bile Mağlova Kemeri’ni insanoğlunun yarattığı ölümsüz eserler arasına sokuyor. Bu görüşümüze 16. yüzyıl yazarı Eyyûbi de katılıyor. Sonradan Menâkıb-ı Sultan Süleyman ismiyle tercümesi yapılarak yayınlanan adsız eserinde, Mimar Sinan’ın Kırkçeşme Su Yolu’nda yarattığı mimarlık başyapıtları için şu yorumu yapıyor:
“Allah ona keramet vermiş ve göğsüne başka bir hal yerleştirmiştir.
Aristo Mimar Sinan’ı görmüş olsaydı onun müridi olurdu”

Beş güzellerin son güzeli Güzelce Kemer, Kırkçeşme Su Yolu’nun İstanbul’a en yakın anıtsal kemeri. Güzelce, Mağlova Kemeri’ne yaklaşık 2 kilometre uzaklıkta, Mağlova Kemeri gibi Alibeyköy Baraj Gölü’nün içinde... İsminin nereden geldiği bilinmese de bizim naçizâne yorumumuz şöyle: Bu güzel kemerin adı, kemere adını veren kişinin Mağlova Kemeri’ni gördükten sonra Güzelce Kemer’i ziyaret etmesinden geliyor… Eğer bu sırayla gezecek olursanız, eminiz siz de, gerçekten çok güzel olan Güzelce Kemer’e, Mağlova’ya haksızlık olmasın diye “güzelce” derdiniz.

Mimar Sinan 1588 yılında hayata gözlerini yumduğunda, arkadaşı Sâî Mustafa Çelebi, Sinan’ın Süleymaniye Külliyesi’nde bulunan mütevazı türbesindeki kitabeye şu notu düştü:
“…Padişahın emriyle su yollarında özenle çalıştı
Hızır gibi hayatın esası olan suyu akıttı…”

1 Eylül 2008 tarihi itibariyle İstanbul’daki barajların doluluk oranları %20’nin altına indi. Dünya kenti İstanbul yine “hayatın esası olan suyu” kendine doğru akıtacak bilgili yöneticiler ve uzmanlar arıyor. Aranan çözüm bulunana kadar Sinan’ın su sistemi tek iş görür çözüm olmaya devam edecek. İster çalıştırılsın, ister çalıştırılmasın.

01.10.2008, GEO

Hiç yorum yok: